Sebilürreşad dergisi kurulduğu ilk günden itibaren bir dergiden her zaman daha fazlasını ifade edegelmiştir. İslam dünyasının başkentleri arasında kurduğu hassas iletişim hattı olmanın ötesinde, adeta İslam coğrafyalarının bir enformasyon aygıtı, arşivi ve kurumsal hafızası olarak da işlev görmüştür. Kuruluş amacına da uygun bu işlev Milli Mücadele döneminde çok daha konsantre bir misyona dönüşmüştür. Derginin Milli Mücadele için vazife üstlenerek, mücadelenin yaygınlaşması konusunda ki gayreti asla unutulmayacak cinstendir. İstanbul'dan başlayarak Türkistan'a kadar geniş bir coğrafya' da ki gelişmeleri izleyen Sebilürreşad, adeta yaşananlar açısından da tarihi diplomatik bir arşiv özelliği taşımaktadır.

O halde bu hassas misyonun bir gereği olarak Karabağ'da ortaya çıkan savaşın tarihten bu güne bazı hassas boyutlarını kaleme almak anlamlı olacaktır.

Kafkasya'nın Özel Tarihi ve Tarih'in Sosyolojisi

Kafkasya ve özellikle Kafkasya'nın kalbi olarak görülecek olan Azerbaycan tartışmasız Müslüman halkların ana yurt olarak tanımlayacakları, büyük devlet oluşumlarının ilk ve başarılı modellerini ortaya koydukları özel bir coğrafya olmuştur. Rus, Pers, Arap, Bizans, Türk etno siyasal geçiş noktasında olan bölge Kafkas Albanlarından başlayarak, Sasaniler, Arap ve (Ahamenişler) Persler, Oğuz boyları, Büyük İskender, Roma, Manna halkına kadar uzun bir tarihsel süzekten geçmiştir. Bölgenin ana karakteri ise Oğuz boylarının bölgeye intikali ile ortaya çıkmış ve bir daha bölgeyi terk etmemişlerdir. İslam ve Oğuz boyları bölgenin ana karakterini şekillendiren çok önemli devletlerini bu bölgede kurmuşlardır. Gazneliler, ardından Selçuklulular ve Harzemşahlar dönemleri Türk İslam kültür ve siyasal aklının bölgede ki en güçlü tezahürleridir. Tarihte güçlü Türk devletlerinin merkezi hükmünde olan bölge, siyaset, ilim ve kültür açısından değerli bir havza olmuştur ve bu yüksek deneyimlerin tortuları bölgede kalmıştır. Bu yüksek deneyimler Azerbaycan ve daha genel anlamda Kafkasya'yı Türkistan'dan başlayarak Anadolu ve Balkan hattına kadar giden Türk İslam hattının köprüsü sayılabilecek kritik bir coğrafyaya dönüştürmüştür.

Selçuklular, 12. yüzyılın sonuna kadar tüm bölgeyi içine alan geniş bir iktidar alanı oluşturmuşlardır. Selçuklu döneminde, Selçuklu sultanlarının etkili vezirlerinden olan Nizamülmülk' ün siyaset ve bürokrasi ile ilgili ortaya koyduğu eserler ve nizam bugün bile yol gösterici nitelik taşımaktadır. Tüm dünya' yı Kafkasya'dan izleyen Oğuz devletleri bugüne ilham olan dünya hakimiyeti şuurunu Kafkasya dağlarında inşa etmişlerdir. Selçuklulardan mülhem olan Anadolu Selçuklular, Memlukler, Babürler ve Osmanlılar Kafkas dağlarında kurulan hayallerin ve görülen rüyaların bir hülasasıdır. O halde Kafkasya bütünü itibariyle derin bir tarihsel yürüyüşün çok kıymetli duraklarından biridir.

Farklı kültürel ve siyasal hatların hudut mıntıkasında olması dolayısıyla sürekli el değiştirmiş ve çatışmanın göbeğinde kalarak fazlaca örselenmiştir. Slav-Rus hattının, Kiev Knezliğinin ( Vikingler/Normanlar), Gregorian Ermeniler, Ortodoks Gürcü/Pontus hattın, Katolik Roma, Bizans ve Mecusi Pers varlığının ve Ahmeniş ( Seküler Kızılbaşlığın) ve İslam'ın çatışma alanı olmuştur, bölgenin tarihi çatışmanın tarihidir. Sürekli el değiştirmişse de Oğuz boylarının kurdukları güçlü devletler sayesinde ilmin ve kültürün müstesna bir bölgesi de olmuştur. Bölge'de bulunan tüm kültür ve dinsel, mezhepsel yapılar birbirlerini yakinen tanımaktadır. Dominant kültürel kimlikler sadece Selçuklu iktidarında birlikte yaşamaya muvaffak olmuşlarsa da bunun dışındaki zamanlar ekseriyetle savaşlarla geçmiştir. Kültürel iç içelik sebebiyle toplumsal ve kültürel benzerliklerin olduğunu da söylemek mümkündür.

Kafkasya'da Bitmeyen Mücadele

Kadim tarih, yakın tarih ve bugün birbirine çok benzemektedir. Bölge'de Rus hakimiyetinin başlaması ile Ruslaştırma, Pers hakimiyetinin artışı ile persleştirme ve Ermeni İngiliz varlığı ile de istila ve işgal hemen kendisini göstermektedir. Bütün hikaye bölgede Müslümanların bu asimilasyon ve işgale direnme mücadelesidir. Dün ve bugün şer cephesinin ortak çabası Büyük Asya ile Küçük Asya (Anadolu) arasındaki köprünün kurulmamasının teminidir. Bu konuda tüm düşman gruplar ortak bir çaba içindedir. Ortodoks, Anglosakson, Rum, Ermeni ve Siyonist yapıların ortak hedefi Türkistan İslam'ı ile Anadolu'dan Batı'ya doğru akan hattın birleşmemesinin sağlanmamasıdır. Balkanlarda' ki aksı yırtmak için nasıl Sırp Çetnikler küresel ve tarihsel düşman blokunun vekaletini üstleniyorsa, Kafkasya'da bu rol Ermeni-Rus Taşnak/Hıncak ittifakı ile temin edilmektedir. Yaşanan saldırılara rağmen, soykırımlara rağmen, Srebrenitsa ve Hocalı'da ki açık soykırımlara rağmen dünya'da ki sessizliğin sebebi budur. Vekalet sundukları aktörlerin işini hızlıca ve kuralsızca bitirmesi için sunulan bir imkan ve fırsat olarak görülmektedir. Bugün Ermenilerce yapılan bu saldırı sadece onların cesaret gösterdikleri bir hareket olarak algılanmamalıdır. Bölgede ki Ermeni saldırılarının tarihi dikkatle incelendiğinde bu vekalet rolünün izleri rahatlıkla bulunacaktır. Tarih, diplomasi ve siyasi ilişkilerin asla sonuç getirmediğini, güç ve sağlam bir şuurla sebatkar olunduğunda bu saldırgan tutuma karşı vaziyet alınabileceğini ortaya koymaktadır.

Kafkasya Hattında Fars, Şii Davranışlarını Arka Planı

Med'lerin ardından bugünkü Azerbaycan'ın tamamı, M.Ö. 6. yüzyılda Pers kralı Kiros tarafından işgal edilmiştir. Bu dönemden itibaren pers ve zerdüştlük kültürü bölgede kendisini hissettirmiştir. Persler ve onların bugünkü mirasçısı olan Farslar da bölgede hak iddia etmektedirler. Bölgede ki iktidar dönemlerinde kendi kültürel varlıklarını ikamesi amacıyla yaptıkları çalışmalar tarihi kayıtlara geçmiştir. Özellikle Safeviler, Akkoyun ve Karakoyunlular zamanında bölgede devlet eli ve gücü ile Şiilik tüm versiyonları ile yaygınlaştırılmıştır. Burada Kızılbaşlık tarzı Batınilik ve ehlisünnete en yakın Caferi ekol iç içe geçerek okunmaktadır. Bu oluşum sürecinin içyapısı ayrıca analiz edilebilir. Yayılma siyaseti açısından bakıldığında benzer özellikler gösterdiği için bir bütünlük içinde okunmasında bir mahzur görünmemektedir.

Burada İslam sonrası dönemde de bir etno dinsel algı olarak baktıkları Şiiliği farklı tipolojileri ile bölgede yaygınlaştırdıkları bilinmektedir. Bu tutum dinsel bir arka plandan çok, etno-kültürel bir tutum olarak bugünde kendisini hissettirmektedir. Bölgede kültürel düzlemde Fars ve Türk buluşmasından kaynaklanan yüksek bir sanat ve kültür düzlemi oluşmuş olsa da siyasi bir bütünleşme asla mümkün olmamıştır.

Fars ve Şii kültür hattı belirsiz bir çaresizlik içinde kendini merkeze alarak vaziyet almaya çalışırken İslam İttihadının bir parçası olma konusunda ağır kalmaktadır. Bunda Türkistan ve Küçük Asya'nın siyasal olarak birleşmesinin kendisinde yaratacağı maliyetleri düşünüyor olmalıdır. Zira bölgede Müslüman ve Hristiyan savaşlarında asla Müslüman blokunun içinde yer almaması, tarafsız görünme arzusu ancak bu sebeple olmalıdır. Kafkasya'da Şeyh Mansur tarafından Ruslara karşı başlatılan savaşlardan bu güne, Fars devlet düzeni hiçbir zaman Kafkas Müslümanlarına destek olmayarak jeopolitik tercihini denge ve tarihsel standart pozisyonundan yana kullanmıştır. Rus ve İran savaşı Kafkasya'nın paylaşımına yönelik bir savaş olmuş ve Azerbaycan'ın bölünmesi ile sonuçlanmıştır. Bugün devam ede gelen savaşta da Ermenilere fırsat sağlayan tarafsızlık hali ve özellikle intikaller için sınırlarını açması bu tarihsel rolü ile tutarlı bir tarafsızlık ya da Müslüman blokunu seçmeme davranışıdır. Ruslar başta olmak üzere tüm dünya, İran ile diplomatik vaziyet alırken önce Pers ardından Şii kimliğinin süreci domine edeceği gerçeğini bilerek hareket etmektedir. Umuyorum ki İran'ın yeni entelektüel aklı, İslami hareketi bir esas yol olarak seçenler ve siyasal elitleri, bu tarihi davranış biçiminin fayda sağlamadığını görür ve İslam İttihadı blokunun bir parçası olmayı önemserler.

Osmanlı'nın Kafkasya İle İlişkileri

Kafkasya kültürel ve siyasal çeşitliliğin etkisi ile de Selçuklular sonrasında yakın bir uzağa dönüşmüştür. Bunda Osmanlının dikkatini Batıya çevirmesinin de etkisi mutlaka olmuş olmalıdır. Sultan Fatih ve Yavuz Sultan Selim dönemleri bu konuda istisna tutulmalıdır. Yavuz Sultan Selim Han dikkatini doğuya ve güneye çevirmiş bir Osmanlı padişahıdır. Safeviler döneminde Kafkasya ve İran topraklarında artan hakimiyete Akkoyunlar döneminde bir müdahale gelmiş ve Çaldıran savaşı ile Osmanlılar bölgeye müdahale etmişlerse de Kafkasya'da mukim olunmamıştır. Kafkasya ile İstanbul arasında ki ilişki ve illiyet devam edegelse de bölgede domine edici bir hakimiyet inşa edilmemiştir.

Zira Osmanlı'nın geniş topraklarında farklılıkları dönüştürmeye yönelik bir politika tercih edilmemiştir. Kafkasya bölgesinde ne Gregoryan Ermenilere, Ne Ortodoks Gürcü ve Ruslara, nede zorla Şii ve Kızılbaş yapılan topluluklara devlet eliyle bir müdahale gelmemiştir. Sadece sivil irşat faaliyetlerine muhatap olmuşlar ve dinde zorlama yoktur düşüncesinin sınırsız ihsanından yararlanmışlardır.

Osmanlı'da belli dönemlerde genelde kızılbaş isyanlarının bölgeden beslendiği bilinmektedir. Bu sebeple isyanlara sert müdahaleler yapılmakta ve makul düzlemde İstihbari izlemeler olmuştur. Fakat hiçbir zaman bölgede sistematik olarak kültürel ve mezhepsel yapıya müdahale yapılmamıştır. Tebaa ve millet telakkisinin geniş çizildiği, tabiiyetin ve biatın esas alındığı sistemde dönüşüm programlarının işletilmemesinin bir sonucu olarak Kafkasya'da ki sosyolojik denge Osmanlı lehine yapılandırılmamıştır. Bu sebeple bölgesel muarız grupların güçlenmesi ve Osmanlının zayıflaması ile bölge Osmanlı'dan hızla çıkmış ve bölgedeki Sünni Müslüman gruplar büyük zorluklar yaşamışladır. Yakın Uzak algısı bugün olduğu gibi dünde hakim olmuştur. Bunun en ağır bedelini Kafkasya Müslümanları ödemişlerdir.

1780'li yıllar sonrasında bölgede ağır bir Rus ve Hristiyan cenderesi başlamıştır. Bu türden bir sürece hazırlık yapmadığı için bu çatışma hattında Osmanlı sürece müdahil olamamıştır. İstihbari izlemeler olsa da alt yapı ve mukavemet anlamında bir zeminin oluşmadığı sonraki olaylardan çıkacaktır.

Rus ve Osmanlı savaşlarının sayısı oldukça fazladır. Fakat bu savaşlar bugünkü anlamda Karadeniz çevresinde, Kırım ve Ukrayna hattında, Doğu Avrupa hattında ortaya çıkmıştır. Kafkasya potansiyel bir savaş ve strateji hattı olarak tüm boyutları ile ikame edilmemiştir. Bölge'de ki doğal Müslüman nüfus alanı, Ermeni, Rum ve Gürcü toplumun ihanet etmeyeceği ve Ruslarla birlikte hareket etmeyeceği düşüncesi ve belki de Şii Müslüman grupların varlığı bu hazırlık sürecinin oluşmamasını etkilemiş olmalıdır.

Kafkasya Müslümanları Rus ve Ortodoks baskısına karşı 1785 yılında Şeyh Mansur 'Uçermak' liderliğinde cihada başlamışlardır. Kuzey Kafkasyalıların birleşmesi, birleşmedikleri takdirde bunun Kur'an-ı Kerîm'in hükümlerine aykırı olacağı ve Allah'ın bu yüzden Ruslar'ın memleketlerini işgal etmesine izin vereceği, halkların özgürlüklerini yitireceği ve dinsiz, vatansız halde yaşayacakları hususu temel yaklaşımı olmuştur. Mart 1785'ten itibaren tütün ve kahve içmenin günah olduğunu, Ruslar'la evlenilmemesi gerektiğini söylemeye başlamış ve ayrıca çeşitli Kafkas halklarına gönderdiği mektuplarda onlardan yardım isteyerek oluşturulan birliklere katılmalarını talep etmiştir. (İslam Ansiklopedisi; Şeyh Mansur Bahsi)

Kısa zamanda Kafkasya'da başlayan cihat hareketi bölge başkentlerinde dikkat çekmiştir. Dönemin padişahı 1. Abdülhamit birazda ihtiyatla hareket ederek bölgedeki gelişmeleri anlamak amacıyla bölgeye görevliler göndermiştir. Sohum muhafızı Keleş Bey ve Hasan Bey adında iki kişiyi hediyelerle Çeçenistan'a; Soğucak muhafızı Ferah Ali Paşa'yı da Şeyh Mansûr'u görmek üzere Kadıoğlu Mehmed Ağa'yı da Çeçenistan'a yollamıştır. Bunlar Şeyh Mansûr'la görüşerek onun menşei ve yaptığı işler hakkında padişaha bilgi verdikleri gibi kendisinin, 'Ben cahilim, ancak ümmet-i Muhammed'e nasihat etmeye memur oldum' dediğini, fakat 'Kafiri vurup malını yağma ve evladüiyalini esir etmelidir' yolunda bir şey söylemediğini, bunu Dağıstanlı fakihlerin dile getirdiğini bildirdiler. (Tarihi Cevdet;3;shf.246)

Şeyh Mansur'un etkili mücadelesi netice vermiş ve Allah'ın izni ile Ruslar pek çok yerde ciddi zayiatlar vermişlerdir. Bölge'de ki pek çok Müslüman halk Şeyh Mansur'a katılmış ve güçlü bir mücahitler ordusu teşekkül etmiştir.

Soğucak muhafızı Ali Paşa, İstanbul'a gönderdiği yazıda olayların gelişiminin Rusya ile bir ihtilafa sebep olabileceğine dikkat çekmiştir. I. Abdülhamid, Şeyh Mansur'un Ruslarla yaptığı savaşları ve gelişmeleri takip ederken aynı zamanda onun bu kritik ortamda kendi iktidarına bile rakip olabileceği endişesini taşıyordu. Şeyh Mansur'un büyük halk kitlelerini arkasına alarak ordusuyla Osmanlı idaresi için bir tehdit oluşturabileceği devlet adamlarınca ciddi şekilde düşünülüyordu. Şeyh Mansur adına Anadolu'ya ve Hicaz'a gönderilen mektuplarda padişaha karşı halkın zihnini bulandıracak hususlara yer verilmesi, yine padişaha yollanan iki mektupta mütehakkimane bir hitap tarzı kullanılması, sınır boylarındaki bazı valilere gönderilen mektuplarda Osmanlı toprağına ayak bastığında birlikte harekete geçilmesini talep etmesi buna örnek gösterilebilir. Devlet adamları Şeyh Mansur'un, Kırım'ın kaybı dolayısıyla itibarı zedelenmiş bulunan Osmanlı idaresine karşı bir alternatif oluşturmasından çekiniyordu. Bu sebeple bazı tedbirler alındı. İstanbul'daki camilerde Mansur'un yalancı bir peygamber ve tehlikeli bir maceracı olduğu ilan edildi ve Mansur'un yolladığı mektupların İstanbul'a ulaşmasının engellenmesi istendi. (İslam Ansiklopedisi; Şeyh Mansur bahsi)

1800'lü yıllarda artan Rus mezalimine karşı başlayan Kafkasya halkları mücadelesi hız kesmeden devam etti. Şeyh Mansur'dan sonra sırasıyla Gazi Muhammet, İmam Hamzat ve Şeyh Şamil liderliği aldılar. İstanbul'a pek çok farklı zamanda gönderilen mektuplar oldu ve mücadele için destek istendi ise de küçük çaplı destekler olsa da tam anlamıyla Kafkasya'yı ve bölgeyi kurtaracak hacimli bir destek gelemedi. Bunun yanında Kafkasya'daki büyük mücadeleyi tüm İslam dünyası yakinen biliyor, Osmanlı topraklarında merak ve gururla izleniyordu. Kafkasya ve bölgesinden İstanbul'a gelenlere özel bir muamele ile davranılıyor ve ihtiram gösteriliyordu.

Şeyh Şamil liderliğinde sürdürülen savaşta Şeyh Şamil'de büyük kayıplar vererek tutsak edildi. Tutsaklığı döneminde Çar müsaadesiyle gideceği Hac ziyaretinden önce İstanbul'a geldi. Sultan Abdülaziz tarafından merasimle karşılandı. Sultan büyük bir heyecan içinde karşıladığı Şeyh Şamil'e iltifatta bulunarak: 'Babam kabirden çıksaydı ancak bu kadar sevinirdim şeklinde iltifatta bulunduğunda Şeyh Şamil'in saygı, muhabbet ve bir parçada hüzünle verdiği cevap çok anlamlıydı. 'Bu eli yardım eli olarak Kafkas dağlarında çok bekledim fakat ne hazindir ki ancak burada sıkabildim.'

Kafkas İslam Ordusu 'Şeyh Şamil'in Geç Gelen Duası'

Kafkasya'da ve Azerbaycan'da Rus ortaklı Ermeni zulmü hiçbir zaman eksilmedi. Osmanlı'nın farklı cephelere yönelmesi ile bu baskı arttı. Bu baskı süreci neredeyse 150 yıldır beklenen bir durumun ortaya çıkmasına sebebiyet verdi. 1918 yılı Mart ayında Doğu Orduları bünyesinde Kafkas İslam Ordusu kuruldu. Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın emriyle kurulan ordunun haberi Kafkasya'da büyük bir bahtiyarlık yarattı. Bakü'de halk sokaklara döküldü. Beş tümenden oluşan ordu Azeri, Dağıstanlı ve Çeçen gönüllülerinin katılımıyla toplam 20,000 civarında bir güce erişmişti. Bu ordu hayali uzun zamandır kurulan büyük bir sembolik anlam taşıyordu. Türkistan ve Anadolu arasındaki köprü olan Kafkasya'yı kurtarma arzusu ile kurulmuş ordunun ismi bile çok güzeldi. Kafkas İslam Ordusu ile Şeyh Şamil'in duası gerçek olmuştu.

Kafkas İslam Ordusu Bakü ve Kafkasya'yı kurtardı. Osmanlı ordusunun karşısında Rus destekli Ermeni ve Gürcü çeteler direnemediler. Karabağ ve Dağıstan bölgesi tamamen temizlendi ve Bakü'de bir devlet kuruldu. Bu büyük hülyanın gerçekleşmesi ve samimi mücadelenin bir sonucuydu. Kısa zaman sonra Mondoros Mütarekesinin bir sonucu olarak savaş ile kazandığımız Bakü İngilizlere teslim edilecekti. Bu dönemde sonra Azerbaycan ve Kafkasya halkının yüzü hiç gülmedi. İngiliz destekli Ermeni gruplar ile Rusların bölgedeki zulmü hiç eksilmedi. Rus devriminin ardından 80 yıl sürecek olan Ruslaştırma programına Kafkas halkları direnmeye çalışsalar da büyük zorluklar çektiler.

Azerbaycan'ı bitirmeye yönelik olarak düğmeye 1988 yılında tekrar basıldı. Rusya, Yunanistan destekli Ermeni güçleri eliyle Karabağ işgal edildi.

Tarihi kökleri oldukça derinlerde olan Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki savaşın başlangıç noktası Ermenistan'ın Karabağ işgalidir. Buradan başlayarak bu savaşın milletimiz için anlamı, önemi ve bugün yaşanan İkinci Karabağ savaşı makalenin ikinci bölümünde değerlendirilecektir.

*Bu makale Sebilürreşad Dergisi'nin Kasım sayısında yayınlanmıştır

Kaynakça

  1. İslam Ansiklopedisi. TDV Yayınları 'Şeyh Mansur Bahsi'; 2010,İstanbul
  2. Tarihi Cevdet; Mütercim Âsım Efendi, Tarih, İstanbul, ts., s. 15-18; Cevdet, Tarih, III, 238-251