Halkların haklı taleplerinin istismar edilmesi demek olan Arap Baharı sürecinin nasıl bir tuzağa dönüştüğü bugün bütün açıklığıyla ortada. Geçen süre zarfında ne bu talepler karşılık buldu, ne de düne göre çok daha güvenli bir coğrafyaya kavuştuk. Ayrıca malumunuz, yıkılana kadar o ülkelere çöreklenmiş diktatörlerin en büyük destekçileri de yine bugünleri organize edenlerdi. Diktatörlerin kullanım süreleri dolunca, onlar da kuşatmada yeni bir evreye geçmeyi tasarladılar. Yaşadıklarımız aslında bu değişim planlarının bir sonucudur. Bunları söylerken onlar yaptıkları her planı hayata geçirirler, bundan kaçış olmaz diye bir teslimiyet içinde elbette değilim. Ancak şunu net olarak söyleyebilirim ki, Ortadoğu'yu, İslam ülkelerini bu girdabın içine çeken İslam toplumunun bizzat kendi yanlışlarıdır. Çünkü Büyük Ortadoğu Projesi'nin etnik kimlikleri ve mezhepsel farklılıkları masaya yatıran, ayrıştıran uygulamalarına karşı, gerekli karşı adımlar atılıp onların oyunları maalesef bozulamadı.

Diğer taraftan bilirsiniz genel bir kural vardır; sorunlarını muhataplarıyla doğrudan çözemeyenler, o sorundan beslenenleri hakem olarak seçerlerse, çözümü değil çözümsüzlüğü kabullenmiş olurlar. Başlarına gelenler de doğrudan bundandır.

Bunun yanında bilindiği gibi Arap Baharı öncesi ilk olarak Irak'ta Saddam Hüseyin'in ipi çekildi ama şimdi Irak'ta bin tane Saddam var. Libya'da Muammer Kaddafi devrildi ama şimdi Libya'da binlerce Kaddafi var. Yemen ise mezhep çatışmalarının laboratuarına dönüştürüldü. Süreç, ülkeleri öyle bir noktaya getirip bıraktı ki, İslam ülkeleri artık içinde bulundukları sorunlardan çıkışı İsrail ile normalleşmede arıyorlar. Yani cellatlarından medet umuyorlar. Teslim bayrağı çekiyorlar. Filistin'de olup bitenleri unutmak istiyorlar. Geçmişi silerek, güvenli bir gelecek inşa edeceklerini zannediyorlar. Neredeyse İsrail içinde İsrail'in zulümlerine tepki gösteren insanları aratır bir noktaya geldiler. Bugün İsrail siyasi krizlerle sarsılırken, yolsuzlukla suçlanan Başbakan BenyaminNetenyahu'ya istediklerini veren maalesef normalleşme anlaşmalarıyla İslam ülkeleri oluyor. Herkes kabul edecektir ki, İsrail bugün en güvenli dönemini yaşıyor.

Bununla birlikte Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili eleştirileri bir komplo teorisi olarak görenler, aksine bölgenin demokrasiye olan ihtiyacının bu proje ile karşılanacağını iddia edenler, herhangi bir pişmanlık emaresi bile göstermiyorlar. İşlerin bu noktaya gelmesinde sanki hiçbir etkileri yokmuş gibi davranıyorlar. Zihinler işgal ediliyor. Akıllar dumura uğratılıyor. İşbaşında olanlara düşen de hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmak kalıyor. En kötüsü de fiziki işgalden çok ruhların tutsak edilmesi değil midir? İşte maalesef bizler bugün bu tutsaklığı yaşıyoruz.

Bir de son günlerde Türkiye'den yapılan değerlendirmelere bakalım. Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçtiğimiz Cuma günü yaptığı, 'İsrail ile istihbari noktada münasebetlerimiz zaten kesilmiş değil, devam ediyor. Gönlümüz arzu eder ki, münasebetlerimizi daha iyi noktaya taşıyalım' açıklamasını da hatırlamamızda fayda var. Hepimizin yüreğine su serpen 'oneminute' çıkışını İsrail'e unutulmaz, tarihi bir ders olarak görenler, bu açıklama hakkında ne düşünüyorlar, merak ediyorum. Sonuçta az gittik, uz gittik ama geldiğimiz nokta, dün bıraktığımız noktanın daha da gerisine düşmedi mi? Hem Türkiye hem de bölge ülkeleri olarak arkamızda, hem madden hem manen temizlenmesi yıllar alacak bir enkaz bırakmadık mı?

Son tahlilde bu normalleşme adımları tek taraflı beklenti ve boş bir umuttan ibarettir. İsrail bu anlaşmaları bu zamana kadar yaptıklarının onayı olarak görüyor. Haklılığının(?) herkes tarafından tescil edilmesi olarak takdim ediyor. Ancak ortada bir başka gerçek var ki, İsrail'in Siyonizm çerçevesindeki plan ve projeleri sadece Müslümanlar veya Hıristiyanlar tarafından değil, içerdeki bir kısım Yahudiler tarafından da kabul edilmiyor. Dünyanın farklı bölgelerindeki 'Siyonizm Karşıtı Yahudiler' İsrail'in özellikle Filistin topraklarındaki zulümlerine yüksek sesle itiraz ediyor, karşı duruyorlar.

Sonuç olarak bu normalleşme adımlarının bir tek kazananı olacaktır. O da İsrail'dir. Ortadoğu coğrafyasının, Filistin topraklarının bütün dinler ve insanlık için barış beldesi olmasının önündeki engel İsrail'in baskı, zulüm ve kendisini diğer insanların üstünde gören 'imtiyazlı' olduğuna dair yanlış inancıdır. Dolayısıyla bu normalleşme adımları, anormal bir sürecin anormal sonuçlarıdır ve ne anlamak, ne de anlamlandırmak mümkün değildir.