8 Nisan ‘Dünya Romanlar Günü’. Bir günü bir şeylere hediye etme çabası bende her zaman bir kapitalist paradoks etkisi yaratıyor ve haz etmediğim bir durum. Genelde kapitalizmin üfleyerek yediği her toplumsal gruba bir gün hediye etme refleksi var. Bazı günler özellikle küresel tüketim çılgınlığının zirve yaptığı günler oluyor. ‘Dünya Romanlar Gününde bende böyle bir etki yaratsa da uzun zamandır kaleme almak istediğim bir yazıya fırsat oldu. Zira Roman toplumunun imajına yönelik paylaşımlara bakarak bu millete haksızlık edildiği düşüncesi yada tek tip bir imaj inşasının haksızlık olacağına inancım sebebiyle bu metni kaleme alma ihtiyacı hissediyorum. 

Çingeneler Üzerine Kısa Sosyolojik Analiz ‘Dinamik Alt Kültür’

Rom, Roman, Çingene, Abdal, Kıpti gibi pek çok isimle anılan bir millet olan çingenelerin mahreci ile alakalı pek çok yaklaşım var. Hindistan, Mısır yada İspanya kökenli oldukları konusunda farklı görüşler olsa da sosyolojik ve kültürel dokularının bir bütünlük arz ettiği görülüyor. Dünya’nın pek çok yerinde gözlemlediğim çingenelerin en dikkat çekici tarafı kendi içlerindeki sosyolojik bütünlük ve tutarlılıkları.

Çingene toplumu yayılmacı ve göçer özellikler gösteren bir toplum. Yerleşik hayata geçme konusunda ağır davranan bu toplum kültürel ve sosyolojik varlığını idame ettirmek için göç ederek dinamik bir özellik göstermektedir. Bu sebeple tüm dünyada benzer özellikler gösteren homojene yakın bir toplumsal yapı görme imkânına sahip oluyoruz.

Oldukça güçlü bir kültürel varlıklarının olduğu bir gerçek. Bulundukları toplumun toplumsal yapısı ile çatışmayan yapıları ile esnek bir toplumsal özellik göstererek kimseyi rahatsız etmeden varlıklarını idame ettirmeyi başarıyorlar. Bulundukları kültürle çatışmadan varlıklarını idame ettiriyorlar. Eğer büyük bir tehdit var ve bununla başa çıkma gücüne sahip değillerse mukim hale gelmedikleri için bölgeden göç ederek tehditten korunmuş oluyorlar. Çingeneler bulundukları otorite ile de çatışan bir yapıya sahip değiller, uyumlu yapıları ile otorite ile de çatışmaya yönelmiyorlar, bu özellikleri ile de bir tehdit olarak algılanmıyorlar.Bunun yanında kültürel ve sosyal varlıklarını da idame ettirmeyi başarıyorlar. Bu boyutuyla ana kültür yapısının altında alt kültür olarak yaşamayı beceren bir sosyal karaktere sahiplerdir.

Dünya’da tüm millet havzalarında bir çingene kültüründen bahsetmek mümkündür. Dağınık ve göçebe ve ülkeler üstü yaşamları ile demografik olarak durumun ne olduğunu ifade etmekte pek mümkün görünmüyor. Bu haliyle tüm milletlerin bir çingene hikâyesi olduğu gibi bizimde bir çingene hikâyemiz bulunmaktadır. M.S Hindistan’dan tüm dünyaya yayıldıkları düşünüldüğünde Mısır ve Anadolu coğrafyasına o yüzyılda gelmiş olmaları ihtimal dâhilindedir. Kaynaklarda Mısır ve Bizans toplumu ile iç içe yaşadıklarına dair bilgiler mevcuttur. İslam oluşları ile alakalı bir bilgi olmamakla birlikte Arap coğrafyası ve Mısır civarında İslam oldukları düşünülebilir. Çingeneler kültürel ve sosyal olarak tutucu olmakla birlikte bulundukları toplumun dil ve dinini benimseme konusunda Ortodoks bir tutum içinde değillerdir. Bu sebeple bulundukları bölgedeki hakim dil ve din yapısı içinde yer almayı tercih etmektedirler.

Osmanlı’da Çingeneler Tarihi ‘ Güçlü Bir Toplumsal Sözleşme Modeli’

Osmanlı kayıtlarına bakıldığında Çingeneler özellikle Fatih Sultan Mehmet Han sonrasında kayıtlarda geçmektedirler. Bu kayıtlara göre ağırlıklı olarak göçebe olmakla birlikte, bir kısmının Müslüman bir kısmının ise Hristiyan olduğu ve bulundukları otorite ile bütünleşik süreçlerine devam ettikleri görülecektir. Özellikle İstanbul’un fethi sonrasında Sultan Fatih’in enamlarında yer aldıkları ve varlıklarının Osmanlı’da hukuki olarak garanti altına alındıkları söylenebilir.Bu garantinin temel noktası dini tercihleridir. Müslüman olanlar Millet sisteminin bir parçası olarak kabul edilerek cizyeden uzak tutulmuşlardır. Müslüman olmayan ve ağırlıklı olarak Rumeli’de yaşayanlarda Osmanlı tebaası sayılmış ve cizye ödemişlerdir. Fatih’in meşhur Enamnamesinde ‘ Çingene kullarımız savaşlarda ordunun en arkasından gelsinler ve mahir oldukları kılıç ve gürz yapımında vazife üstlensinler. Kırılan kılıçları tamir eylesinler ve ganaimden ‘ganimetten’ istihkaklarını alsınlar’ şeklindeki iltifata mazhar olmuşlardır. Bunun yanında Osmanlı Millet sistemi içinde yer alan Çingeneler ve özellikle İstanbul Çingeneleri Saray’da çeribaşı ile temsil edilerek yönetim süreçlerine de katılmışlardır.
Çingeneler’ in İstanbul’un fethinden sonra önce Galata surları dışında Kasımpaşa’da Çürüklük denilen yere iskân edildikleri, daha sonra Ayvansaray, Sulukule, Sultan mahallesi ve Üsküdar’da Selâmsız mahallesine toplu halde yerleştikleri bilinmektedir. Bu mülkler kendilerine dönemin şartlarına göre tahsis ve ikamet olarak verilmiştir.

Osmanlı’daÇingeneler Yönelik Bir Sosyal İçerme Modeli‘İrşat Faaliyetleri’

Burada dikkat edilecek nokta şudur. Osmanlı sosyal ve idari sistemi,  millet varlıkları yanında dinsel varlıklarını esas kabul etmiştir. İslam olmuş çingenelerin tekrar İslam dışına çıkmaması için bazı tedbirlerde alınmıştır. Örneğin Müslüman bir çingenenin gayrimüslim bir çingene ile evliliği engellenmiştir. Eğer bir çingene din değiştirirse tekrar cizye alınacağı beyan edilerek din değiştirmenin önüne geçilmiştir. Fetih sonrasında İstanbul’un sur yakınındaki bazı bölgelerinde iskân edilen çingeneler için tasavvuf kaynaklı irşat faaliyetleri de yapılandırılmıştır. İstanbul’da bizzat çingene vatandaşlara yönelik tasavvufi bir alt yapı kurulmuştur. Özellikle Balkanlardaki irşat faaliyetinde etkili olan tekkeler Çingenelerin İslam oluşunda da etkin roller üstlenmiştir. Musiki ile kurdukları bağ yanında kült ve ritüellerçingenelerin toplumsal karakterlerinin güçlü tezahürleridir ve bu sebeple; zikir, ilahi, musiki ve benzeri ritüellerin çingene toplumunu yakaladığı düşünülebilir. Sistem içinde tanımlanmış olmaları nedeniyle Osmanlı çingenelerinin yerleşik hayat konusunda kendilerine özgü oldukları kabul edilmelidir. Yerleşik düzene geçen Osmanlı Çingeneleri bu yapıları ile özgün bir modeldir. Bu durum içeren sosyal sistemin gücü, içerme samimiyeti ve İslam dininin bahşettiği güçlü toplumsal toleransın bir imkan ve nimetidir.

Balkanlardaki Murabıtlar

Müslüman Çingeneler Osmanlı’nın son dönemi ve kurtuluş savaşında da yararlılıklar göstermişlerdir. Müslüman oldukları için Balkanlardan zorunlu sürgüne muhatap olmuşlardır. Bugün bile Edirne ve Kırklareli bölgesinde bulunan Çingene vatandaşların büyük bir kısmı Rumeli’den zorunlu göçe muhatap olanlardır ve tamamı Müslümandır. Balkanlarda yaşayan Müslüman Çingeneler kendilerinin çingene olduğunu kabul etmeyerek Müslüman Türkler olduğunu ifade etmektedirler. Haçlı ittifakının Balkanlarda yönettiği Slav orijinli işgal ve sürme harekâtında Müslüman ve çingene olduklarını ifade ederek zorluklardan kurtulabilecek oldukları halde Müslüman ve Türk olduklarını ifade ederek pek çok zorluğu göğüslemek zorunda kalmışlardır. Batı toplumu Çingeneler konusunda suçludur. Dünya savaşında katlettiği binlerce Çingene’nin bedeli ödenmemiştir, bu büyük ayıp Batı Uygarlığının kirli ellerine yapışmıştır.

Rahmetli Hocamız Prof. Dr. Sebahattin Zaim Hocamız evinde yaptığımız bir ziyarette bize Balkan Çingeneleri ile ilgili şu bilgileri vermişlerdi. ‘ Malum bendeniz İştipliyim. İlk ziyaretimde eskiden kalma sadece bu kardeşlerimizi orada bulmuştum. Eskileri çok iyi biliyorlar, kendilerini Müslüman ve Osmanlı sayan bu kardeşlerimiz Osmanlı’dan kalma eserlerin muhafızı olduklarını ifade ediyorlar.’ demiştir. Ve ayrıca kendisini çok sıcak bir şekilde ağırladıklarını ilahi ve kasidelerle geçirdiği o güzel akşam hayatımın en güzel akşamlarından biri olduğunu ifade etmiştir.Bu ve benzer hikayeler İslami dönüşüm ve misyon anlamında Balkan Çingenelerinin tahminlerimizin çok ötesinde bir misyonu içselleştirmiş olduklarını ifade etmektedir. Bu malumatlar Çingene kardeşlerimizin İslam Ümmetinin müstesna bir parçası olduğunun en net göstergesidir. Bu misyon İslam Ümmetini bu kardeşlerimize karşı sorumlu kılmaktadır. Zira,Müslümanlara yönelik operasyonların şiddet ve miktarı arttıkça bu kardeşlerimizin mukavemet gücüde eksilebilecektir.

Balkanlar’da ve Yunanistan’da Sistematik Asimilasyon

Bulundukları sosyal yapı ile uyum ve otoriteye ittiba konusundaki hâkim sosyolojinin Osmanlı Balkan Çingeneliğinde ortadan kalktığını açıkça ifade etmek gerekmektedir. Balkanlardaki Müslüman Çingeneler Osmanlı’dan kalma Türk tebaa oldukları gerçeğini asla terk etmemişlerdir. Buna karşılık bugünde Yunanistan başta olmak üzere Balkanlarda benzer bir politika devam edegelmektedir. Özellikle Yunanistan; Batı Trakya, Selanik ve diğer şehirlerdeki Müslüman Çingene kardeşlerimize yönelik sistematik asimilasyon uygulamalarına devam etmektedir. Müslümanlıklarına müsamaha gösterirken Türk olduklarını ifade etmelerine tahammülsüz davranmaktadır. Hatta kendilerini Müslüman Yunan vatandaşları olarak ifade etmeleri halinde pek çok imtiyaza sahip olacaklarını ifade etmektedir. Bugün Batı Trakya’daki kardeşlerimiz Türk azınlık içinde varlıklarını idame ettirirken diğer şehirlerdeki kardeşlerimiz ağır bir cenderenin içinden geçmektedirler. Ramazan ve Kurban aylarında bölgede yapılan yardım çalışmalarımız esnasında ülkedeki kardeşlerimizin zor durumlarını bizzat yerinde müşahede etme fırsatı bulduk. Selanik ve yakın gettolarda yaşayan bu soydaşlarımızın kendilerini Müslüman Türk toplumu olarak tanımlamalarından büyük memnuniyet duyduk. Toplam sayıları 10. 000 civarında olduğu ifade edilen Selanik ve civarı Müslüman Türk toplumunun dini rehberlik faaliyetlerinin Gümülcine ve İskeçe müftülükleri marifetiyle takip edildiği büyük bir memnuniyet içerisinde gördük. Lozan Ahidnamesi çerçevesinde Müslüman Türk azınlığa yönelik olarak mütekabiliyet gereği daha yapıcı bir pozisyon alması beklenen Yunan hükümetinin özellikle Selanik’te ki soydaşlarımızın STK’ları bünyesindeki çok amaçlı salonu ibadet yapılıyor gerekçesi ile kapatmasından büyük rahatsızlık duyduk.  Selanik önemli bir Osmanlı şehri olmasına rağmen Yunan hükümetinin Müslüman Türk varlığından duyduğu rahatsızlık çerçevesinde geçmişe ait tarihi mekânlar ne restore edilmekte ne de buna hükümetimiz nezdinde restore edilmesine müsaade edilmektedir. Müslüman Yunanistan vatandaşlarının dini ihtiyaçlarının karşılanması konusunda da bir gayret içinde olmayan Yunanistan hükümetinin bu tavrı devlet ciddiyeti ile barışık olmadığı gibi AB müktesebatına uygun bulunmamaktadır. Bir devlet olarak üstüne düşen vazifeyi üstlenmeyen Yunan Hükümetinin Selanik’teki Batı Trakya ve Makedonya Müslümanları/Türkleri Derneğine ait olan çok amaçlı salonu Ramazan ayının hemen başında kapatması kabul edilebilir değildir. Ülkemizde yaşayan Rum vatandaşlarına yönelik yüksek iyi niyetin ve özellikle Lozan anlaşmasının getirdiği sorumluluk ve zorunlulukların mütekabiliyet çerçevesinde işletilmesinin Yunan hükümetine ilgili kurumlarımızca hatırlatılmasında fayda mülahaza edilmektedir.

Ülkemizde Çingene Vatandaşlarımızın Durumu

Ülkemizin farklı şehirlerinde ağırlıklı olarak gettolarda yaşayan ciddi miktarda Çingene vatandaşlarımız bulunmaktadır.  Tamamı Müslüman olan Türkiye Çingeneleri toplumsal karakterlerinin tezahürü olan yaşamlarına devam etmektedirler. Vatandaşlık hukukundan kaynaklanan her türlü haktan istifade etmektedirler. Mülkiyet sahibi olan vatandaşlarımızın büyük bir kısmı yerleşik hayata geçmiş ve şehir gettolarında belli sektörlerde varlıklarını sürdürmektedirler. Gettolardaki yaşamlarının belli kriminal oluşumlara imkân verdiği de bilinen bir gerçektir. Ana toplumsal gövdeye tabi olan çingenelere yönelik sistematik ve güçlü bir sosyal içerme politikasının olmaması ise büyük bir handikap olarak durmaktadır. Osmanlı sonrası uzun boşluk sürecinde toplumsal yapının en dış çeperine doğru geriledikleri ve iç göçler nedeniyle değişen konjonktür sebebiyle diğer vatandaşlar tarafından çok muteber bir noktada algılanmamışlardır. Bu toplumsal boşlukların olduğu geçiş dönemlerinin kopuk sosyolojisidir. O günden kalma toplumsal kesimlerin bir kısmında olumsuz ya da belirsiz bir bakış açısının devam etmesi bu kopuş sosyolojisinin bir sonucudur.      Tarihi ve sosyal alt yapının güçlü olduğu bölgelerde Osmanlı döneminden kalma içselleştirme sürecinin devam ettiği de yer yer gözlemlenmiştir. Özellikle irşat ve tekke faaliyetlerinin ve geleneksel toplumsal ilişkilerin ve güçlü kurumsal fonksiyonların devam ettiği bölgelerde belirsizlik oluşmamış, içerme ve irşat süreci fonksiyonel bir şekilde devam ettirilebilmiştir. Özellikle Fatih ve Üsküdar ilçeleri bu konuda özgün bölgeler olarak bilinmektedir. Bu konu özgün bir sosyolojik alan olarak araştırılmayı beklemektedir. Yakın dönemde büyük şehirlerdeki kentsel dönüşüm süreçlerinde şehrin dışındaki yüksek katlı binalara zorunlu olarak gönderilen çingenelerin sosyal ve iktisadi yapıları bu müdahaleden olumsuz etkilenmiştir. Mülkiyet hakları yanında, tarihi sosyal varlıkları bu süreçlerde zarar görmüştür. İkamet temelli olarak şehrin dış kısımlarına gönderilen çingene vatandaşlarına yönelik çok boyutlu bir sosyal politika işletilememiştir. Bu yakın dönemlerin en önemli problemlerinden biridir. Bunun yanında ülkemiz sistematik olarak yurt dışı kaynaklı toplumsal sabotajlara ve toplumsal bütünlüğümüzü hedef alan operasyonlara muhatap olmuştur. Toplumsal yapımızın temel taşı olan etnik ve sosyolojik gruplar tahrik edilmekte ve manipüle edilerek şiddet ve ayrışma sürecine doğru itilmektedir. Kürt toplumu yanında, alevi vatandaşlarımıza yönelik gerçekleşen manipülasyonlar yanında çingene toplumuna da örtük bir şekilde küresel yapılar temas etmektedir. Bu ve benzeri gerekçelerle Çingene toplumuna yönelik güçlü ve çok boyutlu politika ve yatırımların yapılması gereklidir.

Son Söz Yerine…….

Çingeneler bugün Millet ve Dini yapımızın bir parçasıdır. Dünya sistemi onlara özel bazı günler ihdas etseler de Müslüman kimliğini çingenelere pek yakıştırmamaktadırlar. Batı toplumu Çingeneler konusunda suçludur. Dünya savaşında katlettiği binlerce Çingene’nin bedeli ödenmemiş, mazlumların hakları iade edilmemiştir; bu büyük ayıp Batı Uygarlığının kirli ellerine yapışmıştır.

Özellikle Balkanlarda Türk aidiyetleri de büyük rahatsızlık vermektedir. Raks eden, seküler bir kültürel form tüm dünyaya daha eğlenceli gelmektedir. Bugünün onlara ihdas edilmesi sebebi kültürel varlıklarına duyulan yüksek saygının bir tezahürü değil, bilakis seküler bir stigmatizasyonun kurumsallaştırılmasıdır. Bugün en doğru iş Çingene Müslümanların Ümmetin özgün bir rengi olduğunu haykırmaktır. Bu toplumun Ümmet rengi içinde hakları olan katkı ve katılım sürecini en güçlü şekilde hissetmesini temin etmektir. Yeni neslin seküler küresel cenderenin içinde eriyip bitmesine, kriminal durumlarla örselenmemesini temin etmektir. Balkanlar ve Yunanistan’da yaşayan ve İslam olan kardeşlerimize yönelik baskı ve asimilasyonla mücadele etmektir. Ülkemizde yaşayan çingenelere yönelik dini, insani, sosyal, ihvani,irşadi faaliyetlerin yaygın ve nitelikli olarak sürdürülmesi ve sivil kaynaklar yanında kamu kaynaklarının da bu amaca hizmetinin sağlanmasıdır.

 

İsmail Mansur Özdemir

Sosyolog/USSAP Başkanı