Son yıllarda Çin’in Afrika’ya olan ilgisi akademide, medyada ve sahada çok daha fazla hissedilir oldu. Meselenin boyutu araştırmacıların yeni yeni ilgisini çekse de Çin’in Afrika’daki varlığı uzun zaman öncesine dayanıyor.

Milattan önce beş yüzlü yıllara kadar gidildiğinde Çinlilere ait farklı eşyaların Afrika kıyılarında bulunduğu görülüyor. Döneme ait porselen el işçilikleri, madeni paralar gibi çeşitli maddelerin Afrika’da bulunması ilişkinin uzun bir tarihi olduğunu göstermektedir. Modern zamanlar olarak tanımlayacağımız yıllar içindeki ilişki ise özellik Afrika’nın bağımsızlık karşıtı hareketlerinde ortaya çıkıyor. Kıtadaki pek çok bölgede altmışlar boyunca esen bağımsızlık rüzgârının Çin tarafından desteklendiği biliniyor.


Bandung Sonrası Yakınlaşma

1955 yılında yirmi dokuz ülke ile Endonezya’da düzenlenen Bandung Konferansı, Çin’in yeni bağımsız ülkeleri yanına alarak yeni bir düzen iddiasının ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Dönemin Çin Başbakanı Zhou Enlai’nin Afrika ülkeleri üzerine özel ilgisi ve esmeye başlayacak bağımsızlık rüzgarını erkenden fark etmesi, bu süreçte Çin için avantaja dönüşmüştür. Üçüncü Dünya olarak tanımlanacak olan ve Soğuk Savaş’ta ABD ile SSCB kutuplarına dâhil olmayarak ortaya çıkan yeni grup, Çin önderliğinde yeni bir söylem geliştirecektir. Bu dönemde Çin’in Mısır’a cömert bir yardım yapması da diğer ülkeler açısından önemli bir adım olmuştur.

Çin Dış Politikasının Etkileri

Çin dış politikası, Barış İçinde Birlikte Yaşam prensibine dayanmakta ve bu başlık altındaki beş başlıkta değerlendirilmektedir. Bunlar, başka ülkelerin sınırlarına saygı, diğer ülkelerin uluslararası meselelerine müdahale etmeme, eşitlik ve karşılıklı fayda, saldırmazlık ve barış içinde beraber var olmadır. Tüm bu maddelere baktığımızda, dönemin bağımsızlık isteyen Afrikalı liderleri korkutmayan ve Batı emperyalizmi sonrası güvenilir dost imajı veren bir Çin görmekteyiz.

SSCB ile Çin’in arasının bozulmasının başlangıcı genel olarak Kruşçev’in 1956 yılında yaptığı Stalin eleştirisine dayandırılmaktadır. Mao’nun Stalin dönemi dış politikasının terkedilmesine yönelik aldığı kararlar ve Jinmen gibi krizler iki ülkenin arasını açmıştır. İdeolojik bu çatlak Afrika üzerindeki Çin imajına katkı sağlamış ve üçüncü bir yol olarak görülen Çin liderliği ve sosyalizmi belli bölgelerde büyük popülarite kazanmıştır. Tanzanya’nın (Tanganyika) Nyrere’nin Mao ve Çin’den etkilenerek oluşturduğu Ujamaa ideolojisi Mao’nun görüşleri ile büyük benzerlik göstermektedir.

Kırmızı Çizgi: Tek Çin Politikası

Çin, Afrika’da bağımsızlıklarını kazanan ülkelere cömert yardımlarını yapmaya başladığında bu ülkelerden önemli bir diplomatik talebi oluşmuştur. Verilen maddi yardım, yatırım, teknik destek gibi işbirliklerinin ilk şartı Çin’in Tek Çin politikasına destektir. Mesele Çin Cumhuriyeti (Tayvan) ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki uluslararası tanınma sorunun Çin lehinde ilerletilme istediğidir. Öyle ki bu durum ilerleyen yıllarda Richard Nixon’ın da etkisiyle Tayvan’ın BM üyeliğinden çıkarılması ve yerine Çin’in dahil edilmesine kadar gitmiştir. Kimi ülkeler Tayvan-Çin çekişmesini lehlerine kullanmak amacıyla iki ülke arasında gidip gelmiş, kimi ülkeler ise doğrudan yardımlar üzerinden iki taraf arasındaki kararını şekillendirmiştir.

Yükselen Çin ve Afrika

2003 yılında ilk kez kullanılan Barışçıl Yükseliş nosyonu Çin ve Afrika için yeni bir şeylerin habercisi gibiydi. Barışçıl Yükseliş, Çin halkını fakirlikten kurtarma ve bunu yaparken de küreselleşmenin dışında kalmadan farklı ülkelerle işbirliğinin sağlanması anlamına geliyordu. Kuşak ve Yol Projesi kapsamında yeniden çizilen Yeni İpek Yolu rotası hem denizden hem de karadan yeni yollar ortaya koymakta ve proje içinde Afrika ülkelerine büyük iş düşüyordu. Bu proje kapsamında ülkelere sunulan yatırımlar, altyapı projeleri, limanlar, tarım, sağlık, eğitim alanındaki destekler, insani yardım faaliyetleri Afrika insanının sosyal refah seviyesini nispeten yukarı çekse de yeni bir soruyu kafalarda şekillendiriyordu. Çin Afrika’nın yeni sömürgecisi mi?

Bu sorunun yanıtını evet veya hayır şeklinde vermek ve sorunun özüne dair açıklamaları göz ardı etmek doğru bir yaklaşım olmaz. Ancak şu bir geçek ki Çin, Joseph Nye tarafından gündeme getirilen yumuşak güç teorisinin içi dolu bir versiyonunu ortaya koymakta.

Örneğin Senegal’de Çin’in eğitime dair desteklerinin büyük kısmını yükseköğretimde görmekteyiz. Senegalli öğrenciler Çin’in dış politikasında önemli bir faktörü oluşturuyor. Zaten iki ülke arasındaki bağlantıya baktığımızda öğrenci değişim programlarının etkisini net şekilde görebiliriz. Her yıl daha fazla Senegalli öğrenci Çin’e eğitim alma amacıyla gidiyor. Bu durum öğrenciler için gayet anlaşılır bir durum çünkü Çin teknolojiden, ulaşıma kadar çok geniş bir ağda kaliteli eğitim veriyor ya da verdiği eğitimin reklamını iyi yapıyor. Üstelik Çin’de eğitim alan öğrenci ülkesine döndüğünde ülkesinde baraj yapan, havaalanı işleten veya liman inşa eden bir şirkette iş bulabiliyor. Bunun yanında Çin’in teknoloji firmalarının Afrika’da giderek gelişen ağı da önemli bir iş kapısı. Bunu yaparken de karşısındaki ülkenin en iyi üniversitelerine kurduğu Konfüçyüs Enstitüleri’nin avantajını kullanıyor. Bu enstitüler ile ilgili şu notu da düşmek isterim. Fransız Kültür Merkezleri, Goethe Enstitüleri, Cervantes gibi kurumların muadili Konfüçyüs Enstitüleri diğer ülkelerinki gibi farklı binalarda değil, devlet üniversitelerinin tam da içinde. Bu durum hem Mandarin öğretimi hem de değişim programları ile öğrencileri Çin’e ısındırmak adına büyük bir fırsat. Dakar’daki Cheik Anta Diop Üniversitesi de Konfüçyüs Enstitüsü’ne sahip.

Çin’in Afrika’daki Avantajı

2007 yılında Çin Devlet Başkanı Jintao, Komünist Parti kongresinde Çin’in yumuşak güç stratejisine yatırım yapması gerektiğini söylemişti. O tarihten bu yana Çin, bu strateji için milyar dolarlar harcıyor ve eğitim bunun önemli bölümlerinden biri. Ancak karşılaştıkları önemli bir sorun var, o da pek çok Afrika ülkesinin Batı emperyalizmi ile olan geçmişinden dolayı ülkelerdeki eğitimin Batı kökenli olması ve siyasi elitlerin bile çoğunun bu eğitimden geçmiş olması. İşte bu sebeple Çin, kültürel, dijital ve ekonomik sahada tüm varını ortaya koyarak geleceğin Çin dostu liderlerini, elitlerini oluşturma gayreti içinde.

Çin Afrika’da üç önemli avantajı kullanıyor. Bunlardan ilki Batı’nın sömürgeci geçmişi. Sahaya gittiğinizde ortada olan bir gerçek var ki Çin tipi yatırım söylemi Batı tipi yardım söylemini geçmiş durumda. Afrika’da sömürge geçmişi olmayan Çin, daha az korkutucu geliyor. İkinci olarak Çin, yatırım ve yardım yaptığı ülkelerin iç işlerine karışmıyor, demokrasi dayatmıyor. Bu durum totaliterlik eğilimindeki bazı Afrikalı liderler için büyük bir nimet. Üçüncüsü, Çin tipi kalkınma modelinin Afrika’ya uyumlu olması. Bu bağlamda bugüne kadar kendini sömüren bir örnek karşısında Afrika halkının ve yönetimlerinin seçebileceği yeni bir seçenek oluşuyor. Tüm bunların yapılabildiği pek çok alan olduğunu söylemek gerek. Çin diaspora desteği, medya kanalları, diziler ve filmler, büyük çaplı yatırımlar ve daha pek çok koldan yapılan Çin çıkarması Afrika’nın pek çok bölgesini etkisi altına almış durumda.

Çin’in inci taneleri olarak adlandırılan ve dünyanın farklı bölgelerinde inşa edilen limanların Afrika’da bulunanları üzerinde şüphe gittikçe artıyor. En son Tanzanya Başkanı Magufuli’nin Bagamoyo’da yapılacak limanın Çin tarafından talep edilen şartları için söylediği “Yalnızca deliler böyle bir anlaşmayı kabul edebilir.” eleştirisi Çin projelerinin uzun vadedeki etkisini gösterecek gibi duruyor. Daha önce borçlarını ödeyemeyen Sri Lanka’nın Çin tarafından yapılan limanının kullanım hakkını da Çin’e vermek durumunda kalması endişeleri arttıran bir diğer etken. Genel anlamda borç al, ödeyemezsen yeni bir borç daha al, yine ödeyemezsen şu projenin kullanım hakkını bana ver stratejisi yirmi birinci yüzyılın sömürü yöntemi gibi gözüküyor. Afrikalı liderlerin kalkınma yolunda Çin’in attığı cömert adımları geri çevirmesi elbette kolay değil fakat en azından anlaşmaların eşit oranda “kazan-kazan” ilkesine dayanmasına dikkat etmeleri gerekiyor. Gündeme getirilen “debt-trap diplomacy”, yani borç tuzağı diplomasisi Afrika ülkeleri için büyük bir tehlike. Şunu da eklemek gerekir ki Çin artık kıta dışı bir aktör olarak değerlendirilemez. Dragon uzun süredir Afrika’da!