Abdulkadir TOK

Son çeyrek asırda Doğu Akdeniz'deki enerji sorunu başta olmak üzere kıta sahanlığı, karasular, Ege'deki ihtilaflı bölgeler, adaların silahlandırılması, Trakya'daki Türk Vatandaşları ve Ortadoğu'dan sınıra gelen sığınmacılara yönelik hak ihlalleri vb. konular, Türkiye ile Yunanistan arasındaki zaten var olan gerilimi gündeme getirmektedir.

Anılan tüm bu sorunlar bölgesel olarak sınırlı kalmayıp küresel anlamda da önemli yankılar uyandırmaktadır. Yakın zamanda gündeme gelen önemli konulardan biri ise Yunanistan'ın Ege'de, himayesine bırakılan adaları silahlandırmış olmasıdır. Yunanistan'ın Türkiye'nin uluslararası deniz hukukunu esas alarak yaptığı olduğu sondaj arama çalışma faaliyetlerinden rahatsız olduğu ve bunu engellemek adına her türlü illegal yola başvurduğu fakat başaramadığı artık herkesçe aşikar bir durum. Yunanistan'ın uluslararası hukuka açıkça aykırılık teşkil eden adaları silahlandırma eylemini de bu kapsamda değerlendirebiliriz. Atina'dan yapılan açıklamada bu illegal eylemi destekler niteliktedir. Nihayetinde silahlandırmanın tek gerekçesi Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki Varlığı!

Bu illegal eylem doğal olarak bazı soruları da beraberinde getirmektedir. Hangi adalar hangi koşullar altında Yunanistan'ın kontrolüne bırakıldı? Yunanistan'ın adalar üzerindeki yetki sınırı nedir? Uluslararası hukuk bağlamında Yunanistan, adalar üzerinde silahlandırma yoluna gidebilir mi? Yunanistan'ın bu ihlali esaslı bir ihlal niteliğinde midir? İhlal neticesinde adaların statüsünde uluslararası hukuk bağlamında bir revize söz konusu olabilir mi? Bu itibarla yazımızda Ege Adalarının uluslararası hukuki statüsüne de değinerek tüm bu sorulara hukuk zemininde cevap bulmaya gayret edeceğiz.

İnsani, Vicdani Bir Diplomasi Modeli Olarak İdlib Çalışmaları İnsani, Vicdani Bir Diplomasi Modeli Olarak İdlib Çalışmaları

Ege Adalarının Hukuki Statüsü

Ege Denizi, stratejik konumu itibarıyla, bünyesinde barındırdığı çok sayıda irili ufaklı ada ve yarım adanın varlığı nedeniyle, bu bölgeye Akdeniz'in yanı sıra uluslararası manada da benzeri olmayan farklı bir önem kazandırmıştır. Ege Adaları, Yunanistan'ın bağımsızlığını kazandığı 1830'dan itibaren Türkiye ile Yunanistan arasında hukuki bir ihtilaf konusu olmuştur. Olay esas bakımından incelendiğinde her iki ülkenin de bulundukları bölge ve geçmiş dönemlerde uzun yıllar bir arada yaşamaları siyasi etkenler vs. sebeplerle yani devletin menfaatleri gereği yakın bir işbirliği içinde olmaları lazım gerekirken Yunanistan'ın özellikle adalar hususunda hukuk tanımaz eylemleri iki ülke arasında sürekli gerilime neden olmaktadır.

Adalar konusu her ne kadar 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi ve 1920'de imzalanan Sevr Antlaşmasına konu edilmiş olsa da meseleyi Türkiye-Yunanistan bağlamında ele alacağımız için iki ülke arasındaki adalar sorununa resmi olarak ilk defa 1923 Lozan Barış Antlaşması ile hukuki bir nitelik kazanmıştır diyebiliriz. İlk defa 1923 yılında kurulmaya çalışılan denge, 1947 Paris Barış Antlaşması ile Türkiye aleyhine bozulmuştur. Belirtmek gerekir ki, Türkiye, 1947 Paris Barış Antlaşması'na taraf devletlerden biri değildir. Ancak, Lozan anlaşmasının maddeleri gereği adaların statüsü ile ilgili alınacak kararlar, Türkiye'nin ulusal çıkarları gereği bağlayıcı niteliktedir. Nihayetinde Adalar'ın hukuki statüsünü izah ederken, her iki uluslararası anlaşma bağlamında izah etmek gerekmektedir.

1923 Lozan Barış Antlaşmasına Göre Adaların Statüsü

Esasında Lozan Antlaşması'na kadar Ege'de egemenliği Yunanistan'a devredilen adalar hususunda herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Lozan Barış Antlaşmasına konu olan adalar; Eğriboz Adası, Şeytan Adaları, Çuha ve Küçük Çuha Adalarıyla Girit dışında kalan adalardır. Ege Adaları ve Meis Adası üzerindeki egemenlik hak ve temlikleri Lozan Barış Antlaşması'nın sırasıyla 12, 15 ve 16. maddeleri ile düzenlenmiştir.

Lozan Barış Anlaşması'nın 12.maddesi, Menteşe Adaları dışında kalan Doğu Ege Adaları bölgesinde Türkiye ile Yunanistan arasındaki ülkesel statüyü düzenlemektedir. 12. Madde '' İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Antlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Antlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Antlaşmanın İtalya'nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Antlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.'' Şeklindedir. Kısaca izah edecek olursak 12. Maddeyle; İmroz ve Bozcaadalarıyla Tavşan adalarından hariç Şarki Bahrisefit adaları ve bilhassa Limmi, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adaları üzerinde Yunan egemenliğine bırakılmıştır. Asya kıyısından üç milden az bir uzaklıkta bulunan adaların, antlaşma aksine bir hüküm olunmadıkça Türkiye egemenliği altında kalacağı da ayrıca hüküm altına alınmıştır.

Anılan madde uyarınca Yunan hükümeti Türkiye'nin, maddede ismen sayılan Adalar ile Asya kıyılarına üç milden yakın mesafede bulunan adalar dışında herhangi hukuki bir hakkının olmadığını savunmaktadır. Türkiye ise üç milin dışında kalanların egemenliği konusunda bir düzenleme olmadığını dolayısıyla Türkiye'nin üç milin dışında bulunan ve egemen olduğu ada, adacık ve kayalıkların başka ülkelere devredildiği anlamına gelmeyeceğini ileri sürmektedir. İşin özüne baktığımızda hukuken kabul edilen sav Türkiye'nin ileriye sürdüğü savdır. Zira uluslararası hukuk bir antlaşmanın bütün olarak ve hükümleri hukuken kabul edilebilir bir karşılığı olacak şekilde yorumlanmasını öngörmüştür. Yani bir madde ile belirlenen bazı hükümlerin antlaşmaya konu olan diğer hususlara sanki bir bütünmüş gibi tatbik edilmesi her anlaşmada mümkün değildir. Bu perspektiften bakıldığında düzenlemenin özünde yani Türkiye'nin egemenliğine bırakılan adaların söz konusu maddede teferruatıyla izah edilmiş olmasının altında Yunanistan-Türkiye arasında adalar üzerindeki egemenlik haklarına ilişkin olarak ileride cereyan edebilecek hukuki uyuşmazlık ve krizleri önceden engelleme amacı yatmaktadır. Söz konusu düzenleme ile ayrıca Yunanistan'ın, himayesinde olmamasına rağmen diğer müttefik devletlerin beyanlarına dayanarak sanki adaların tümüyle kendi himayesine bırakılmış gibi bir algı oluşturmasını da engellemiş olmaktadır.

Antlaşmada egemenlik devrinin düzenlendiği diğer madde olan 15. Madde ise şu şekildedir; ''Türkiye, aşağıda sayılan adalar üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından İtalya yararına vazgeçer: Bugünkü durumda İtalya'nın işgali altında bulunan İstanbulya, Rodos, Herke, Kerpe, Çoban Adası, İlyaki, İncirli, Kilimli, İleriye, Batnoz, Lipso, Sömbeki, ve İstanköy adaları ile bunlara bağlı adacıklar ve Meis Adası.' Anılan maddeden de açıkça anlaşılacağı üzere İtalya'ya ismen sayılarak verilen 13 adet Menteşe Adası ile birlikte açık ve net bir şekilde ifade edilmeyen bağlı ada ve adacıklar da İtalya'ya bırakılmıştır. Devredilmesi kabul edilen ve bugün en fazla tartışma konusu olan Meis diğer adalar ile ilgili olarak böyle bir hüküm düzenlenmemiştir. Belirtmek gerekir ki bölgedeki kayalıklar antlaşmada İtalya'ya devredilmediklerinden dolayı Türkiye himayesinde kalmıştır.

Lozan anlaşmasında adalarla ilgili son madde olan 16. madde ise; 'Türkiye, işbu antlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve egemenliği işbu antlaşmada tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir; bu toprakların ve adaların geleceği, ilgililerce düzenlenmiştir ya da düzenlenecektir.' olarak kabul edilmiştir.

Esasında bir bütün olarak bakıldığında 16. madde, 12. Ve 15. Maddeleri tamamlayıcı niteliktedir. Burada hukuki olarak Türkiye'nin tüm adalardan vazgeçtiği yorumları yapılmaktadır. Bu yorum madde metniyle bağdaşmayan bir yorumdur. Önemle belirtelim ki Türkiye'nin egemenliğine bırakıldığı teyit edilen adalar dışındaki tüm adalardan tamamıyla vazgeçtiği anlamını taşımamaktadır. Zira Türkiye'nin üzerindeki her türlü haklarından vazgeçtiği adalar egemenlik devrine konu olan adalardır. Nitekim söz konusu madde hükümleri Sevr Antlaşması ile Lozan Konferansı'nda Yunan müttefikleri tarafından hazırlanıp Türkiye Hükümeti'ne zorla kabul ettirilmeye çalışılan ve Türkiye'nin tüm Ege adaları üzerindeki egemenlik haklarından feragat etmesini amaçlayan maddelerin yerine kabul edilmiştir. Nitekim Türkiye 16. Maddede birinci öncelikli devlet olarak, egemenliği devredilen Adaların geleceği konusunda hukuken söz hakkına sahip olacağını saklı tutmuştur. Yine önemle altını çizmek gerekir ki; teferruatıyla izah etmeye çalıştığımız bu antlaşma hükümleri kapsamında sadece adalar olduğundan Türkiye'nin, geriye kalan adacık ve kayalıklar üzerindeki egemenlik hak ve menfaatleri devam etmektedir. Yunan hükümetinin aksi söylemlerinin hukuki bir karşılığı yoktur!

Adaların silahsızlandırılmasıyla ilgili düzenleme ise yine ilk kez 1923 Lozan Barış Antlaşmasıyla resmiyet kazanmıştır. Antlaşma 12 ve devamındaki 13 Maddesi ile doğu Ege adalarının basit güvenlik önlemleri dışında ilke olarak silahtan, askerden arındırılmasını öngörmüştür. Zira 13. Madde; ''Üçüncüsü, bu adalarda, Yunan askerî kuvvetleri, askerlik hizmetine çağrılmış ve bulundukları yerde eğitilebilecek normal asker sayısından çok olmayacağı gibi, jandarma ve polis kuvvetleri de, bütün Yunan ülkesindeki jandarma ve polis kuvvetlerine orantılı bir sayıda kalacaktır.' hükmü ile diğer müttefik devletlerin karar ve baskısı doğrultusunda Yunanistan'a devredilen adaların yine bu devletlerin hukuka uyar olmayan askeri veya siyasi emeller uğruna kullanılmasının önüne geçmiştir. Anılan özelinde özetlemek gerekirse; Yunan hükümeti kendisine bırakılan adalar üzerinde sadece güvenlik güçleri bulunduracak ve bunlar da savaş tehlikesi arz etmeyen basit silahlar taşıyacaktır. Nitekim gelinen noktada Yunanistan anlaşma uyarınca adaları asker ve silahtan arındırması gerekirken aksi bir eylem sergileyerek adaları Türkiye'ye karşı, büyük çoğunluğu ağır silahlar olan ve bir savaş izlenimi uyandıracak şekilde cephanelikle doldurup bir o kadar da askeri sevkiyat gerçekleştirmesi uluslararası hukuku esaslı bir şekilde ihlal etmektedir.

1947 Paris Barış Antlaşmasına Göre Adaların Statüsü

İkinci Dünya Savaşı sonunda yenik düşen İtalya ile müttefik devletlerarasında 10 Şubat 1947 tarihinde Paris Barış Antlaşması imzalanmıştır. Anlaşma'nın 14. Maddesi uyarınca, Lozan'da İtalyan hakimiyetine bırakılan 12 Ada, İtalya'nın 2. Dünya savaşından mağlup ülke olarak ayrılmasının da etkisiyle Yunanistan'ın himayesine bırakılmıştır. İş bu anlaşma açıkça düzenlenen 14. Madde uyarınca Yunanistan'a devredilen adalar askerden arındırılacak ve aksi kararlaştırılmadığı müddetçe askerden arındırılmış şekilde kalacak. Anılan hüküm bağlamında yakın zamanda Yunanistan'ın Meis ve diğer adalarına asker ve cephane taşıması ve dolaylı yoldan Türkiye'yi tehdit etmesi uluslararası hukuka esaslı bir şekilde ihlal ettiğinin en açık göstergesidir. Nitekim Antlaşma'nın 14. maddesinde "Bu adaların Yunanistan'a devrine ilişkin formaliteler ve teknik şartlar Birleşik Krallık ile Yunanistan arasında yapılacak anlaşma ile belirlenecek ve yabancı birliklerin geri çekilmesi işbu Antlaşma'nın yürürlüğe girmesinden en geç doksan gün içeresinde sona erecektir." ifadesi yer almaktadır. Buna göre Yunanistan, Adalar üzerinde sadece uluslararası hukukun çizdiği sınırlar çerçevesinde genel güvenlik önlemleri almakla yükümlüdür. Dolayısıyla her ne şartla olursa olsun Yunanistan bu adalara herhangi bir devlet aleyhine tehdit uyandıracak şekilde silahlandırma yapamaz. Mevcut durumda Yunanistan uluslararası hukuku açıkça ihlal ettiği aşikardır.

Yapılan esaslı ihlale de kısaca değinmek yerinde olacaktır. Uluslararası hukuk ilkelerine göre bir Devletin taraf olduğu bir sözleşmenin hükmünü ihlal edecek şekilde eylem gerçekleştirmiş olması sözleşmeye taraf olan diğer devletler tarafından o antlaşmanın sona erdiğini farz etmeleri ve bu yönde girişimlerde bulunmaları hukuken mümkündür. Bu durum 1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi'nin 60/2 maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Anılan hükme göre çok taraflı bir antlaşmanın akit taraflardan birisi tarafından esaslı bir şekilde ihlali durumlarında ''diğer tarafların oybirliği ile antlaşmanın yürürlüğünü tamamen veya kısmen askıya almalarını veya antlaşmayı, kendileriyle kusurlu Devlet arasındaki ilişkiler bakımından, ya da bütün taraflar arasında, sona erdirme hakkını verir.'' Bu perspektiften Yunanistan'ın adaları silahlandırma eylemi esaslı bir ihlaldir. Yapılan bu esaslı ihlalin adalar ile ilgili hükümler boşlukta kalmış, hükmün istikrarı ve geçerliliği tartışılır hale gelmiştir. Türkiye'nin bu ihlal çerçevesinde BM'ye başvurması en doğal hakkıdır.

Netice olarak aslında tüm bu ihtilaflara uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde adil bir şekilde mümkün iken yabancı olan üçüncü bir devlet ya da örgütün müdahil olması beklenmemelidir. Evvela iki ülke arasında ön şartsız istikşafı görüşmelere başlanması çözüm için ilk etapta uygun görünmektedir. Karşılıklı olarak hukuku esas alan iyi niyet hakeza karşılıklı olarak devletlerin hak ve menfaatlerine hukuk temelinde anlayış gösterilerek gerçekleştirilecek görüşmeler sorunu muhakkak çözüme kavuşturacaktır. Yakın zamanda Devlet Başkanları düzeyinde yapılan ikili görüşme de bunun başlangıcı olacaktır. Ancak, Yunanistan'ın uzlaşma ile meseleyi çözüme kavuşturmak yerine gayr-ı hukuki eylemleriyle meseleyi yukarıda izah etmeye çalıştığımız üzere daha da karmaşık bir hal almasına neden olduğu kuşkusuzdur. Yunanistan'ın devam eden eylemlerine karşın, Türkiye, Adalar üzerindeki uluslararası hukuktan kaynaklı egemenlik haklarını siyasi, ekonomi ve askeri bağımsızlık hakkı olarak görmeye devam etmelidir. Hatta ve hatta ilgili anlaşma hükümlerinin revize edilmesini de uluslararası gündeme taşımalıdır.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir.